Değer yaratmak

Erdem, değer ve etik… Bu kavramları günlük hayatımızın bir çok alanında duyarız, okuruz ve söyleriz.. Kimi zaman mesleğimizde, kimi zaman siyasi yaşamda veya sosyal ilişkilerimizde. Böylesi değer verdiğimiz ve dilimize pelesenk hale getirdiğimiz kavramların önemi bilinç altımızda ve vicdanımızda belli ki önemli bir yer tutuyor.
Bir çok kural ve hukuk felsefesinin inşa edemediği çözümlemelerin bu değerler sayesinde hayat bulması ona olan ihtiyacı her geçen gün daha da arttırıyor. Ve aslında ileri düzey toplumların şimdi ve gelecekte daha çok bu değerler sistemi ile yaşamlarını sistematize edeceği bir gerçek olarak da önümüzde duruyor.
İnsanların sosyo-psikolojik  yaklaşımındaki korku güdüsü ile yapmaktan çekinmeye çalıştığı kuralsızlıklarının ve değersizliklerinin yerine, erdemle yoğrulmuş değerler sistemi ile sorunsalı bertaraf etme ve normal bir yaşamı ayakta tutmasının çabası… İşte yeni toplumsal etik anlayışın çerçevesi bu olsa gerek..
Yukarıdaki çerçevenin genişliği ve kapsamlılığının belirginliği ancak yarıçapındaki uzunluğun bilinmesi ile belirlenecektir.  İşte idealize edilen ütopik toplumu bu şekilde yakalamanın mümkün olabileceği de aşikar.  Bu yarı çapın uzunluğu gelişmiş ülkelerde, geri kalmış dünya ülkelerine göre oldukça uzun olması, toplumun bir çok katmanını, kurumunu dinamik olarak etkiler halde oluşuyla bu değerler sistemini daha da çekici hale getiriyor.
Yaşadığımız toplumda öteden beri ülkenin en ufak hücrelerine kadar kurallar silsilesinin inşa edildiği bir gerçek. Hatta yönetici konumundakiler yeni bir düzenleme karşısında en küçük ayrıntıya kadar her şeyi düzenlemeye çalışması insanın aklına militarizmin içsel yönetim anlayışının izdüşümlerimi getiriyor. Bu kadar kural ve kuralcılığın hat safhada olduğu bir toplumda sosyal, siyasal ve gündelik yaşama ilişkin problemlerin aslında minimum düzeyde olması beklenir. Ancak tablo hiç de öyle tahmin edildiği gibi değil. Tam tersine bu kuralcı düzen karşısında insan olmanın da verdiği bir güdü ile kurallar toplum tarafından olabildiğince çiğneniyor ve çiğnendikçe de bilinç altında bireylerde bir rahatlama durumu sözkonusu oluyor. Kendini kurallar dışında görme, hissetme kişiye özgür bir ruh veriyor. Ve bu ruhun tadını çıkartıyor.
O zaman ortaya şu çıkıyor; siz her tarafa kurallar silsilesi koyarak aklınızca insanları hizaya getiremezsiniz. Tam tersine -sosyo-psikolojik bir hazla- konulan bu kuralları çiğnemek ve bunu diğer insanların gözü önünde gestere göstere yapmak o kişiye olağanüstü içsel bir haz verecektir.
Peki bu kuralcı anlayış karşında yapılması gerekenler nelerdir ?
Bu saçma ve bir o kadar da kendini kandırma kuralcığının başlıca çözümü değerler bileşkesinden geçiyor. Bireye etik, erdem ve değerler sisteminden oluşan özgür bir ruh kazandırma. Psikologların ve eğitim bilimcilerin her gün çocuk eğitiminde “baskıcı, inkarcı” bir tutumdan çok “rahat, özgür düşünceli” bir yaklaşım tarzını bize anlatmaya çalışmaları söylediğimiz “değerler” sisteminin aslında değişik bir tezahürü.
Değerler sistemi ile birlikte toplumun çok büyük ölçüde rahata kavuşacağı bir gerçek. Böyle bir düzlemde hukuk felsefesi kurallar yaklaşımından sıyrılarak etik değerler ile bireye yaklaşır. Salt yazılı kaynağa körü körüne bağlılık, salt siyasal güce tapınma yaklaşımı ileriki aşamada toplum tarafından ayıp olarak da karşılanmaya başlayacaktır.
İşte böylesine özgür düşüncede, insana ve düşüncesine saygılı, kendini doğanın bir parçası olara görme vasfındaki bireyi yaratmada en büyük engel saçma sapan ve hatta artık bir komedi gösterisine bürünen kuralcılıklardır.
Özgür bireyi yaratmadaki toplumsal amaç bizi daha çok geldiğimiz ve yaşadığımız saf ve temiz doğaya geri götürecektir.